Progressive Rock

Progressive Rock

3 Haziran 2010 Perşembe

Queen - Queen II


Albümler satmayınca dağılmaca yok! Eleman değiştirmece yok! Rehabilitasyon maceraları yok! Ego savaşları yok! Synthesizer yok! Rock var! Şöminenin maunundan yapılma bir gitar, Zanzibar doğumlu ortodonti problemleri olan bir vokalist, akıllara isyan harmonik vokaller, troller, ogreler, siyah ojeler ve evrenin en eski müsabakası Light Side - Dark side var.. Işıkları kapatalım, 40 dakikalık bir manyaklık, Queen II'ye bir göz atalım. We will rock you'cular, We are the champions'cılar dışarı!



İngiltere'de garip şeyler oluyor. Herkes de bunun farkında. Kraliçemiz o zamanlar genç. Para kazanmaktan daha önemli dertleri var.

Albümümüz Side White'la başlasa da hiç de iyimser olmayan bir tınıyla kulaklarımızı tırmalar. Elektrikçilikten yetişme basçımız Bay Deacon'ın icat ettiği Deacy Amp'den geçen bu ses Bay May'in Red Special'ıyla tanışmak için çok iyi bir yoldur. Ancak maalesef 10 albüm sonra doğan akranlarımla beraber ben de maddi olarak pahalı, manevi olarak ucuz prodüksiyonlarda duyduk ilk Red Special sesini.

Father to Son'ı dinlerken tam olarak çözemediğim bir noktadan sonra insan ister istemez "Ne oluyor yahu?" diye hangi albümü dinlediğinden emin olmak için cd'yi çıkarıp üzerindeki yazılara boş gözle bakabilir. Evet, Queen II sert bir albümdür, karanlık bir albümdür. Father to Son da 6 dakika sürer.

Beyaz tarafın büyük ihtimalle isim annesi (ve en iyi şarkısı) olan White Queen, Bay May'in akustik gitar becerileriyle tüyleri diken diken ederek ilerler. Bugün hangi doom metal albümüne elimizi atsak benzerlerini duyabileceğimiz "the night grows pale" gibi cümlelerle doludur.

Bay May'in sesinin ilk defa lead vokal olarak gün yüzüne çıktığı Some day One day var sırada. Beyaz tarafın vermek istediği hissiyatlara fazlasıyla uygun.

Bay Taylor'un o gençliğimi mahveden Rod Stewardesk sesi sırada ve parçamızın adı The Loser In The End. Gitarı da sanırım o çalıyor ama tabi ki üzerinde saatlerce konuşulacak bir parça değil. Şarkının sonlarındaki fade out gitar davul doğaçlamaları bizi yavaş yavaş karanlık tarafa götürür ve iblislerin orta yerine bırakır.

İlk albümden önce yazılan Ogre Battle, biraz daha para kazanıp daha düzgün kaydedelim diye bu albüme saklanmıştır. Bay Taylor'ın ağızları açık bırakan falsetto çığlıklarıyla öyle bir şekilde başlar ki.. Palm Mute yöntemiyle çalınan distortion sound'una bezenmiş, thrash metal'in ilk örneklerinden biri olan Ogre Battle, isminden de tahmin ettiğiniz gibi Bay Mercury'nin o dönemdeki orta dünya fetişinin bir patlama niteliğindeki dışa vurumudur. Çığlıklar, gitarlar, davullar.. Aman allahım nasıl bir savaş bu! Ogre'ler ortalığı darma duman ettikten sonra eve dönerler. Tüm bu hikaye müzikle daha iyi anlatılamazdı.

İlk dinlememin üzerinden 12 seneden fazla zaman geçmiş olsa da hala Fairy Feller's Master-Stroke ne demektir, şarkı ne anlatır hiç bilmem. Tek bildiğim, aksak, enstrüman zengini, Bay Taylor çığlıklarıyla ve Bay Deacon'ın muhteşem bas rifiyle süslü, muhteşem bir şarkıdır. Son anlarında da öyle bir piyano sesi girer ki..

İşte o piyano sesi Kara Kraliçe gelip ortalığı dağıtmadan önceki son soluk vaktimizdir. You send me to the path of nevermore.. When you say you didn't love me anymore.. der Bay Mercury. Nedense cidden de bunu kasteder gibi hissedersiniz.

Durdurun albümü. Şarkı bitince durdurun. Söylemek istediğim bir şey var. Albüm Nevermore'la bitip yine muhteşem bir albüm olabilirdi. Ama hayır, daha iyisi varken her zaman onu deneyen bir grup var. 1974'ün Queen'i var elimizde. Hot Space'den, Duke'den bahsetmiyoruz artık. Biraz ciddileşmenin vakti geldi. Başlata basıp cehennemin kapılarını açın. Kara Kraliçe..

Bugün Beelzebub için ne yaptınız? Bu şamanist, kara büyücü, danseden şeytanlar sürüsü Love of My Life'ı yazmış olamaz. Tarihin karanlık sayfalarına kasten bırakılmış piyano notalarına basarlar, gitarın en dokunulmaması gereken bölümleriyle oynarlar, davullara vururlar, şarap içerler, oje sürerler, kısaca yapılmaması gereken her şeyi yaparak bir ritüele çevirirler. Bay Mercury yine tek bir insan olduğunu unutur ve kendiyle düetlere başlar. Çığlık çığlığa kaçasınız gelir.

Bir anda bir duruluruz. Karanlık gökyüzünde uçan kuşlar girer kadraja. Daha sıcak bir coğrafyaya, daha iyi yaşam koşullarına ulaşmak için kanat çırparlar. Fakat zamanla kanatları ağırlaşır. Adeta kontrolden çıkmışlardır. Vücutlarının ağırlığı onları aşağı çeker. Gökyüzü çatlar. Binbir parçaya ayrılır. Ancient'lar sonunda dünyamıza geçmek için yollarını bulmuştur. Gökyüzünün parçaları kuşları kan revan içinde bırakır. Kara Kraliçe, tahtından gelişi için zebanilerce hazırlanan şenliklere doğru aşağılara bakar.

Grupça düşünüp taşındık. Şimdi yapılabilecek en garip şeyi yaparak Rock müzik tarihine ismimizi kanlı harflerle kazımalıyız. Bay Mercury'nin aklındaki fikir şudur;

Funny How Love is?? Nasıl sapkınca bir şey oluverdi bir anda. Wall of Sound'la yaratılan bu şarkı bir aşk şarkısı olabilir mi? Biri arka planda şeytanları odaya dolduran Bay Taylor'ı sustursun. Bay Mercury'nin kendi emrinden çıkmış parmakları piyanonun tuşlarına basar.

Son olarak geçen seneden kalma bir hesabımız var. Şu Rhye'ın yedi denizlerini artık baştan sona çalacağız der Queen ekibi.

Siyah taraf baştan sona dünyada yaşamış en büyük sanatçı, en aziz ses Bay Mercury tarafından bestelenmiştir. Büyük ihtimalle bunun karşılığında şeytana sattığı ruhunu geri almak için epey bir uğraş vermiştir o zamanın şartlarında.

İlk zorlu sınavımı verdiğim için beni biraz affetmenizi dileyeceğim. Hiç böyle güçlü bir albümü izah etmeye çalışmamıştım. En iyi albümleri olan Queen'in ilk albümünü ve Queen at the Beeb albümünü aldıysanız, bu albüme kalan paranızı verebilirsiniz. Ya da boşverin, indirin. Yeter ki bu cehennemden kaçmış zebaniler daha fazla para kazanmasın. Yüce Tanrım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder