Progressive Rock

Progressive Rock

4 Mayıs 2010 Salı

Genesis - Duke




1980 yılına girilmesiyle progressive rock sahnesinin epey bir güç kaybettiğini gözlemlemek zor değil. Önce Peter Gabriel'i sonra Steve Hackett'ı kaybeden Genesis, bir çoğuna göre Duke çıkmadan önce, benim fikrime göre ise "swan song" tanımına girebilecek Duke'ı çıkardıktan sonra büyülü progressive kimliğinden tamamen sıyrılmıştı. Bir "Selling England By The Pound" olmasa dahi, özellikle biraz modernlik, biraz pop ve biraz ballad bolluğundan rahatsız olmayacak proghead'ler için mutlaka edinilmesi gereken bir albüm olduğunu düşünüyorum.



Albüm, daha ilk saniyesinde sizi yakalayabilecek kapasitede bir coşkuyla, bir synthesizer orkestrasyonu ile, Behind the Lines ile başlar. Bu coşkulu melodinin albümün sonunda tekrar karşımıza çıkması ise 70'ler ile tarihe gömüldüğünü düşündüğümüz (söz açısından olmasa dahi) müzikal bir konsept çalışma kişiliğini gösterir.

Phil Collins'in elektronik ritimleri ile sakin bir şekilde başlayarak progresif bir şekilde tempolanan Duchess ise büyük bir ihtimalle albümün yıldızıdır. Bir diva'nın yükselişi ve çöküşünü anlatan bu müzikal şaheser ikinci yarısındaki nakarat ağırlıklı bol tekrarlı müziğiyle artık müzik trendlerinde yeni bir döneme girildiğini maalesef açık eder.

Crossfade'le geçilen guide vocal bir buçuk dakikalık bir ballad'dır. Aynı şarkı sözleri Duke's travels adlı şarkıda daha çoşkulu bir şekilde karşımıza çıkacaktır.

Guide Vocal'in sona ermesiyle bir patlama etkisiyle kanınıza girecek agresif, elektronik ve karanlık man of our times da ne yazık ki nakarat'ta sıradanlığa bürünür. Zaten bir çok şarkıda Genesis'in en iyi albümünü çıkarma şansını nasıl ıskaladığını rahatlıkla fark edersiniz.

Sırada tam bir pop şarkısı olan ancak bunun o kadar da kötü bir şey olmayacağını anladığımız meşhur "misunderstanding" gelir.

Phil Collins'in bir başka ballad çalışması heathaze de coşkulu nakaratıyla akılda kalıcı bir melodiye sahip bir parçadır.

"Turn it on again" şüphesiz 80'ler Genesis'inin en meşhur parçalarından biridir ve bu albümün bir kaç sene ilerisinde bir sound'a sahiptir. "Invisible Touch" albümü mesela biçilmiş kaftandır, ancak "Invisible Touch" albümünün en iyi şarkısı olmak yerine Duke'un güçlü şarkıları arasında progressive sevenler tarafından es geçilmiş muhteşem bir şarkıdır.

Hemen arkasından gelen albümün bir başka ballad'ı ancak bu sefer şüphesiz en iyi ballad'ı "Alone Tonight" sakin sakin başlar. Phil Collins'in en sevdiği numaralardan biri olan dik bir girişle girilen nakaratta "bu şarkıyı nereden duyduğunuzu" merak ettirecek bir tanıdıklık hakim olacak.

Albümün benim fikrimce en iyi şarkısı olan Cul-de-sac, sakin bir piyano-vokal introsunun ardından Wendy Carlos tarzı synth-orkestrasyonla albümün başındaki progressive havayı geç de olsa yakalar.

Yanlış yerleştirilmiş, gereksiz bir başka ballad olan please don't ask'in ardından, Duke's travels ve Duke's end ile konsept progressive moduna iyice giren Duke gerçekten de ait olduğu sene için de söyleyebileceğimiz gibi ne 70'lere ne 80'lere ait olduğu belli olan bir dönemi işaret etmektedir.

Sevmek çok zor değil ancak mutlaka ya pop kimliğinizden ya rock kimliğinizden, ya da progressive kimliğinizden biraz ödün vermediğiniz taktirde bir türlü sevemeyeceğiniz bir modern zamanlar (?) klasiği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder